15 Nisan 2010 Perşembe

Küçük Hanım

Türkü söyler gibi konuşur küçük hanım
Dağılır yüzüne saçları
Gelincikler gibi taze ve güzel
Serçeler gibi uçarı.


Çıksa sokağa biraz sevdalıları
Dolaşır solunda sağında
Kolay kolay beğenmezdi kimseleri
Ufacık burnu Kafdağı’nda


Sıcaktan soğuğa girmezdi elleri
Bin bir türlü işve, bin bir türlü naz
Yormaz güzel gözlerini dünyada küçük hanım
Gazete bile okumaz




Moda dergilerinde bulur kendini
En pahalı kumaşları düşünür.
Yaşamak giyinmek demektir onca
Mutluluk: yaprakları pırlantalı bir güldür.


Bir şey anlatılsa Anadolu’dan
Değişir birden yüzü.
Melodiler yarım kalır dudaklarında
Ne oyunumuzu sever, ne türkümüzü.


Bir beyaz martı gibi çırpınır durur
Denizin koynunda her yaz.
Hani İstanbul olmasa, altın kumlar olmasa
Dünyada yaşayamaz.

II

KÜÇÜK HANIMIN HAYALLERİ

Uzanır yatağına yorgun
Gülümser gözleri kapalı...
Boğaz’da iki katlı bir ev düşünür;
Güvercinler gibi beyaz bir yalı.


Palmiye ağaçları olmalı bahçesinde
Çiçeklerin bin bir türlüsü açmalı.
Denizinde motor, kapısında araba
Biner binmez uçmalı...


Antika mobilyalar geçirir sonra aklından
Kuş tüyünden yataklar...
İpek acem halıları odalarında
Sofrasında altın çatal-bıçaklar...


İster ki aşçıları, hizmetçileri bile
Su içsinler altın kupadan...
El pembe-gül pembe çocuklarına
Dadılar gelsin Avrupa’dan.


Ve sonra çocukları: biri oğlan, biri kız
Şirin mi şirin, can mı can.
Kocası ? Dünyalar kadar zengin
Tunç heykeller gibi yakışıklı her zaman.

III

KÜÇÜK HANIMIN KADERİ

Ve nihayet evlendi küçük hanım
Güzelim yüzünde çizgi çizgi gam.
Kocası ne zengin, ne halden anlar biri
Üstelik çirkin ve kaba bir adam.


Evleri şimdi doğunun bir yoksul şehrindedir
Ne dağlar yol verir ne ırmaklar su
Kalın kara bıyıklı, kara mavzerli adamlar
Kurmuşlar dağların başına pusu...


Öksüz bir ceylan gibi her akşam
Odadan odaya dolaşıp durur
Pencereden baksa bir yer görünmez
Sokağa çıksa söz olur.


Kör kandiller gibi yanar elektrikler
Sokaklarda çirkin köpekler
Gece şehir kulübüne gider kocası
Küçük hanım odasında yapayalnız oturur.


Büzülür korkudan bir köşeye çaresiz
Eski hayallere bir bir uzaktan el eder;
İstanbul’u düşünür, altın kumları düşünür
Sonra bel vermez dağları, yol vermez ırmakları


Kalın kara bıyıklı adamları düşünür...
Batar avuçlarına sedeften tırnakları
Bir şey kopar içinde bir bilinmez yerinden
Nemli bulutlar geçer güzelim gözlerinden


Ah ! Bu kader demeyin, kısmet demeyin
Anlatılmaz şimdi küçük hanımın derdi
Her kuş dengiyle uçardı, böyle olmazdı
Küçük hanımlar bilselerdi...
Yavuz Bülent Bakiler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder