17 Nisan 2010 Cumartesi

BU YILKİ KARINIZ NASIL?

Kelimeleri telaffuz ederken dilimize Arapçadan girmiş bir uzun a (â) sesi vardır ve bu ses bazen uzun okumayı değil de yandaki ünsüzün ince okunmasını da sağlamak için kullanılır. Mesela: kâmil, kâzım, kâğıt örneklerinde olduğu gibi. Ayrıca Batı dillerinden giren bir kısım kelimelerde de bu özellik karşımıza çıkar: plân, plâstik, klâsik, klâsör gibi.
Asıl Türkçede, mesela 11. yüzyılda bu tür sesler Türkçede bulunmazken atalarımızın önce İslam kültürüyle tanışıp Arap ve İran edebiyatlarıyla haşır neşir olmalarıyla, sonra Tanzimat döneminden itibaren de Batı edebiyatlarıyla olan münasebetleri sonucu dilimize uzun ünlüler dediğimiz uzun a (â), uzun i (î), uzun u (û) gibi sesler girmiştir.

Bu sesler aslında bizim şiirimizde, sanatımızda öyle güzel yer aldılar ki, halk şairlerimiz ve divan şairlerimiz bu sesi kullanarak birbirinden güzel şiirlere imza attılar.
Şu kelimelerdeki söyleyiş güzelliğine bakın: zâlim, âfet, rânâ, nâlân, âkıbet, mısrâ, cânan, nidâ, riyâ, ricâ… Bu seslerle örülü şiirlerle yapılan kafiyeler yıllar yılı bu milletin eserlerini süsledi, bu eserler dillerde dolaştı.
Sanılmasın ki bu sesleri sadece mektep medrese görenler kullandı. Mesela Karacaoğlan, bu sesleri kullanan halk şairlerinden sadece biridir. Bakın bir şiirinde bu seslerle nasıl bir incelik yakalıyor?
Bulgar dağı pâre pâre
Kimi al giyer, kimi kâre
Selâm söyleyin nazlı yâre
Ayrılanlar bir olma mı?
Şiirde Karacaoğlan “pâre”, “kâre” ve “yâre” kelimeleriyle hem kafiyeyi hem estetiği yakalamış. Bu arada özbeöz Türkçe olan “kara” kelimesi de incelerek “kâre” olmuş. Bir Kayseri türküsünde “dallarla” kelimesinin “dâllere” olduğu gibi.
Asmalar da kol uzatmış dâllere
Sen düşürdün beni bu hâllere
Türk halkı bu ince sıradan, yumuşak ve uzun okunan a sesini öyle sevmişti ki asıllarına uygun olmasa da, öz Türkçe kelimelerde de normal a sesini, ince a sesine dönüştürüyordu. Bugün kullanılan “var olmak” fiilini hemen herkesin “vâr olmak” şeklinde kullanması gibi.
ŞİMDİ DİLİMİZDE EŞEK ARILARI DOLAŞIYOR
Edebiyatı yabana atalı beri bizim dilimize de bir hâller oldu. Garip garip sesler duymaya başladık. Plan (pilan demiyor), kağıt (kâğıt demiyor), kıfayet (kifâyet demiyor), kazım (kâzım demiyor)… Neler neler… Durum böyle olunca birçok telaffuz hatası, mânâ hatalarına da dönüşüveriyor. Meselâ, bir cümle:
-Bu seneki karınız nasıl?
Adam her yıl evleniyor ya, adamın yeni karısını soruyor sanırsınız. Yok öyle değil, “kâr” var ya, kazanç demek olan söz, aslında onu kastediyor.
Biz dilimizin estetik çehresi güzel olsun diye uğraşırken birilerinin de hâlâ uzun ünlülerle kavgasının sürdüğünü görüyoruz.
-Yahu uzun ünlüler Türkçeden kaldırılmadı mı? Türk Dil Kurumu bu ünlüleri kaldırdı deniyordu da…
Tabii ki böyle bir şey yok. Sonra niye kaldırılsın ki? Bu dilde uzun ünlü vâr olduğuna göre, hem bu sesler dilde bir âhenk unsuru olarak kullanıldığına göre, dilin sesleri de yazıya geçirileceğine göre uzun ünlü dilimizde vardır ve TDK’nın imlâ kılavuzunda örnekleriyle birlikte anlatılmaktadır.
Farz edelim ki böyle bir şey oldu, “çâre”yi, “vefâ”yı, “sefâ”yı, “edâ”yı, “ezâ”yı ne yapacağız? Eşinize veya çocuklarınıza şöyle gönülden söylediğiniz “hayâtım” kelimesini artık söylemeyecek misiniz? Tabii ki söyleyeceğiz.
Bırakalım çocuklarımız bu sesleri öğrensinler. Çene yapıları buna alışsın. Çok şey kazanırlar bundan emin olun. Hem telaffuzları düzelir, hem de estetik zevkleri gelişir.
Şimdi gençlerin dilinde “zâlim” diye bir şarkı gezinip duruyor. Şarkı Batı müziği tarzında olduğu halde bizim sanat müziğimiz gibi estetik bir tarzı var. Bir “zâlim” kelimesinin tek başına bu şarkıya kattığı güzellik tartışılmaz. Bu şarkıyı besteleyenleri kutlamak isterim. Dilimizin böyle inceliklerini yakalayıp beste yapmaya devam etmeliler.
Şu şiiri gençlere, çocuklara okutun, hatta ezberletin. Sadece birkaç beyit yazacağım. Onlar bu işten keyif almayı öğrenirlerse çok şey kazanacaklar.
Câna cefâ ya kıl vefâ, kahrın da hoş, lütfun da hoş
Ya dert gönder, yâhut devâ, kahrın da hoş, lütfun da hoş
……..
Gelse celâlinden cefâ, yahut cemâlinden vefâ
İkisi de câna safâ, kahrın da hoş, lütfun da hoş
……..
Ağlatırsan zâri zâri, verirsen cennet-i hûri
Lâyık görür isen nârı, kahrın da hoş, lütfun da hoş
Tennûrî
S.Burhanettin AKBAŞ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder